Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
Önceki Yazılar
|
Mart 21, 2013 - 08:08:57 · Kızıl Yolculuk (1)
Kasım 07, 2012 - 16:17:32 · Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)
Kasım 07, 2012 - 16:00:58 · Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)
Kasım 07, 2012 - 15:56:46 · Hobbit Fragmanları (0)
Aralık 21, 2011 - 08:18:56 · Hobbit Trailer (0)
Ekim 10, 2011 - 10:09:41 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)
Haziran 13, 2011 - 10:37:47 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)
Haziran 13, 2011 - 10:34:53 · Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)
Haziran 13, 2011 - 10:18:39 · Oyun Fikirleri (2)
Aralık 03, 2010 - 08:08:20 · BBC Tolkien röportajı (0)
Kasım 22, 2010 - 11:15:26 · The Hobbit icin Gazete Ilani (2)
Ekim 22, 2010 - 11:31:19 · Hobbit oyuncuları (10)
Ekim 13, 2010 - 09:27:41 · Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)
Haziran 02, 2010 - 07:54:36 · HOBBİT TEHLİKEDE (4)
Nisan 06, 2010 - 09:13:39 · Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)
Nisan 06, 2010 - 09:13:33 · Gölgelerin İçinden (0)
Ocak 19, 2010 - 08:58:13 · Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)
Ocak 08, 2010 - 15:45:13 · Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)
Ocak 08, 2010 - 15:44:59 · Mucizeler Savaşı (6)
Ocak 08, 2010 - 15:44:38 · LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)
Eski Yazılar
|
|
KELEBEKLER GEZEGENİ (Devam) 9. Bölüm
Yayınlanma tarihi Haziran 28, 2006 - 15:03:44 Gönderen iarwainbenadar |
|
Anonim göndermiş "KELEBEKLER GEZEGENİ (Devam)
Bölüm 9
Başkumandan Alkine, herhangi bir endişe duymadan kaydetti değişikliği. Teknoloji ve potansiyeli bilinmeyen bir düşmana yapılan, körü körüne bir saldırı değildi söz konusu olan. Gurthlar tüm sistemi neredeyse beşyüz siklüs boyuncadır izliyorlardı. Zaman içersinde, rehber ya da şehir planı olmadan, Dünya’nın herhangi bir şehrinde yollarını kolayca bulabilecek duruma gelmişlerdi.
Alkine Dünya’ya yönelmişti çünkü sağlıklı bir Gurth zekasına sahip, tecrübeli bir stratejistti. Dünya, tüm sistemin yönetim merkeziydi, uzay kolonileri öyle ya da böyle bir şekilde Dünya’ya bağlıydılar. Dünya’yı zaptettiğinde, kolonilerle istediğini yapabilirdi.
“Alarm derecesi üç,” diye anons etti gemi. “Bağımsız bölmeler kapatıldı.”
“Üçüncü derece alarm için sebep?”
Reseptörler sesini tanıdı ve derhal cevap verdi.
“Uzak mesafede dört adet tanımlanamayan obje tespit edilmiştir, kumandan.”
“Gelişmelerle igili düzenli olarak bilgi istiyorum.”
“Evet, efendim.”
Alkine koltuğundan kalktı, kumanda odasını baştan başa geçip, ekrana baktı. Muhtemel gözetleyiciler öyle uzaktaydılar ki, ekranda ufak birer ışık noktası olarak görünüyorlardı ve uzayın derinliklerinden sürüklenmiş herhangi bir şey de olabilirlerdi.
Orada öyle durmuş, elleri arkasında kenetli, dikkatle ekrana bakarken pekala insana benzetilebilirdi Alkine. Ancak önünü dönüp suratını gösterdiğinde bu izlenim anında kayboluyordu. Tüysüz bir papağanın keskin ve hakir gören yüz ifadesine sahipti. Oldukça ufak, masmavi parlayan gözleri, bitişik bir biçimde, son derece iri, etli burnunun üzerinde duruyordu. Burnun altındaki gölgede yarı saklı, yuvarlak, dudaksız, ufak bir ağız görünüyordu. Çene yoktu, pembe bir deri, tıpkı bir kurbağanınki gibi şişip sönerek göğüs kafesi üzerine katlanarak sarkıyordu.
Kısacası Alkine oldukça tuhaf, hırpani bir görünüme sahipti; çok ağır dövüşler kazanmış ve bir sonrakinden de sakınmayacak olan yırtıcı bir kuşun provoke edici duruşuna.
“Alarm derecesi iki. Yardımcı teknisyenler ve gemi güvenlik personeli derhal yerlerine!” Gemi kısa bir an sustu ve sonra Alkine’e, “Beş adet tanımlanamayan obje algılama menzilimizin en uç noktasında ve bu sefer diğer yanda tespit edilmiştir. Rakibimizin varlığımızdan haberdar olduğu ve filoyu gözetlediği kesinleşmiştir.”
“Bunu nasıl açıklayabilirsin? Dedektör ağını geçmeyi başarmıştık.”
“Bunun için değişik mantıksal açıklamalar mevcut. En muhtemel olanı devriye gemileri ya da daha küçük bazı monitörler tarafından algılanmış olmamızdır. Bildiğiniz gibi Dünya’nın güneş sistemine ait en dış gezegenine yaklaşmaktayız –“
Tam o sırada ikinci hoparlörden ses yükseldi, “Dikkat. Alarm derecesi 1. Tüm bölmeler kapatıldı, repülsiyon kalkanları aktif.”
“Saldırı yok mu?”
“Tanımlanamayan objeler rota, yedi nokta dört'te. Değişik büyüklüklerde tanımlanamayan objeler tespit ettik kumandan, tersi ispatlanana kadar onları düşman roketleri olarak kabul etmek durumundayız.”
İkinci hoparlör: ”Tanımlanamayan objelerin sayısı otuzüçbinsekizyüzbeş olarak onaylanmıştır. Objeler çarpışma yörüngesinde, hat…”
Alkine, yaklaşan objelere biraz ilgiyle baktı. Saldırı -eğer bu bir saldırıysa- rakiplerinin psikolojik diyagramlarına uymuyordu. Onlar gerçi kitlesel bombardımanlara meyilliydiler ama o yöntemi bu aşamada kullanmaları beklenmiyordu.
“Alarm derecesi ikiye geri dönüş, objeler meteor kaynaklı, söz konusu olan meteor sağnağıdır. Rota değişikliği gerekmemektedir, saptırma kalkanları devrede.” Hoparlör kısa bir süre sustu.
“İptal! İptal! Birinci derece acil durum! Tekrar ediyorum, birinci derece acil durum!”
“Açıkla!” Alkine, artık yalnızca dinlemiyor emir veriyordu.
“Objeler kesin olarak meteor, kumandan. İçlerinde hareket tertibatı veya güdümleyici bir mekanizma ya da patlayıcı bir kapsül mevcut değildir. Ancak hızlanıyor ve yörüngelerini değiştiriyorlar.”
“Hızlanma değerleri?”
“Hızları tespit edildikleri anda zaman bölümü başına oniki erg idi. Şimdi yükseliyor; onüç nokta bir, ondört nokta bir – Hızları zaman bölümü başına üç katı arttı, efendim.”
Meteor sağanağının hızı, saptırma kalkanlarının etki alanına ulaşıncaya kadar, zaman bölümü başına 30 erg’e ya da insanların hız ölçüsüne göre saniyede 40 mil’e ulaşmıştı.
Filo huzursuzluk duymuyordu, saptırma kalkanları bununla kolayca baş edebilirdi. Ve kalkanlar da aynen bunu yaptılar, meteor sağnağını yörüngelerinden saptırdılar. Bir mermi, güdümlü olsa dahi kalkana çarptığı anda yörüngesine göre sağ açı yaparak saptırılırdı ve güdüm tertibatı derhal eski rotasına geri döndürürdü; yine kalkan tarafından anında saptırılmak üzere. Bu bir oyun değildi. Hedefinden sürekli saptırılan güdümlü bir silah, uzay gemisinin anti-roket tertibatı için kolay avdı.
Meteorlar çok basit bir sorun gibi görünüyordu, kalkanlar onları kolayca saptırmaktaydı. Sivri köşeli, keskin kenarları olan devasa -bazıları yirmi katlı apartman büyüklüğünde- sert kayalar, saniyede kırk mil hızla kalkana çarpıyor ve inanılmaz bir enerji patlamasıyla geri savruluyorlardı. Kaya parçaları çarpma noktasından sağ açı yaparak uçuşuyor, sonra dar bir “u” dönüşüyle geri dönüyorlardı –hızları saniyede beş mil daha fazla artarak. Ama bu sefer sağnak şeklinde dönmüyorlardı. Meteoritler dar bir formasyon alarak, dev bir koni şeklinde, sivri ucu önde olmak üzere filonun üzerine geliyordu.
“Roketler gönderildi,” dedi gemi sakince.
Alkine, bu kararı onayladığına dair başını salladı. Meteorları sonsuza dek geri savuşturabilirlerdi ama şu anda hepsi bir arada olduklarına göre en iyisi onları imha etmekti.
Roket daha yarı yola varmadan koni çözüldü.
Saniyeler sonra bir ışık parladı.
“İmhası gerekliydi!” dedi gemi. Hoparlörden çıkan kaydedilmiş seste güvensizliğin bir izi mi vardı? “Roket iki büyük meteorit arasında sıkıkıştırılıp yönü tam aksi istikamete çevrilmişti.”
“Meteor sağnağı dağılıyor,” dedi ikinci ses, “Çizdikleri kavisli hattı korumaları halinde, sistemin en dış gezegeni olan Pluto’nun etrafında yörüngeye oturacakları hesaplandı.”
Alkine, ana kumandaya yaklaştı.
“Kapsamlı bir durum raporu istiyorum.”
Kapsamlı durum raporu rutin işiydi. Bilgisayar idaresinin teknik sektörü olayları özetledi:
“Meteor sağanağının uzaktan kumanda edildiği kesindi, ancak bunun nasıl yapıldığını ortaya çıkarmak konusundaki tüm denemeler başarısızlığa uğradı. Kontrol bantlarının analizi sonuç vermedi, arıza ya da enterferans söz konusu, bu yüzden imkansız.”
Alkine psikolojik databanklara yöneldi.
“Rakiplerimiz, alışılmışın dışında ve zor bir yöntemle saldırıda bulundular, ancak başarı umudu olmadığı açık olan bir saldırı. Dikkat dağıtıcı özelliği gözardı edildiğinde sonsuza dek savuşturabileceğimiz bir saldırıydı.”
“Bunlardan çıkarılacak sonuçlar nelerdir?”
“Bize yabancı psikolojik yapıları dikkate alındığında saldırı iki yönlü bir uyarı anlamı taşıyor olabilir. İlk olarak, bu varlıklar uzaktan kumanda etmenin teknolojimize yabancı bir yöntemini biliyor ve buna son derece hakim olduklarını anlatmak istiyorlar. İkincisi ise, savaşmaya kesinlikle hazırlar.”
“İkinci sonuç zaten beklenen bir şeydi, savaşmak isteyeceklerini biliyorduk. Ancak on siklüs önce yapılan son teknik keşifte, teknolojik gelişimleri henüz bizimkinden altıyüz siklus gerideydi.”
“Bu tür bir kültürde, kısa sürede büyük ilerlemelerin kaydedilmesi mümkündür,” diye açıkladı psikolojik sektör. “Ancak bu kadar ani ve büyük bir ilerleme, normalde yalnızca olağan üstü zorlayıcı durumlarda meydana gelir, savaş ya da benzeri toplumsal devrimler gibi.”
“Öyleyse bu yabancı varlıkların, güdüleyici bir olayın etkisiyle teknolojilerinin bazı alanlarında ilerleme kaydettiklerini varsayabiliriz. Ancak savaşlar sınırlı sayıda süper silahlarla değil, genel üstünlük, tecrübe ve bunların doğru kullanılması sayesinde kazanılır. Dolayısıyla planladığımız gibi devam edip, seçtiğimiz stratejik noktaları zaptedeceğiz.”
Alkine, tecrübeli bir stratejist olup savaş yönetiminin ilke ve kaidelerine hakim bir kumandandı. Bir gezegenin uzaydan fethedilemeyeceği gerçeğinin tümüyle bilincindeydi. Savunma güçleri imha edilebilirdi ama gezegenin yüzeyi yaşanmaz hale getirilmek istenmiyorsa fethedilemezdi. Gurthlar yeni kazanılmış yaşam alanlarını imha etmek istemiyorlardı, ona iyi durumda ihtiyaçları vardı. Onu ancak aşağı inip gerekli noktaları zaptederlerse, zarar vermeden fethedebilirlerdi.
Alkine’in emrinde devasa bir filo mevcuttu, ancak çok küçük bir kısmı işgal için uygundu. Tecrübeli bir savaşçı arkasını kollamadan atılmazdı rakibine. Muazzam devriye birlikleri Dünya’nın hükümranlığındaki uzayı tarıyor, Dünya’ya yardım etmek isteyebilecek kolonileri engellemek için hazır bekliyordu. Bu gemilerde, aniden gelebilecek saldırılara karşı hiper-fon-cihazlarıyla, alt-uzay dinleniyordu.
Yabancı sistem içersindeki yolculuğun geri kalanı olaysız geçti. Tespit edilen bir iki monitör tertibatı imha edildi, karşı saldırı olmadı.
Beşinci gezegenin yörüngesine ulaşmadan çok önceki bir noktada Alkine, keşif/yanıltma-araçlarını harekete geçirdi. Araçlar, normal birer uzay gemisine çok benziyordu ve rakiplerini mutlaka saldırı ya da savunma için ortaya çıkmaya kışkırtacaktı.
Ama hiçbir şey olmadı. Gemiler belirlenen yörüngeye girip beklemeye geçtiler.
Alkine biraz güvensizlik hissetti. Yalnızca herhangi bir tepki alamamış olması değildi onu huzursuz eden, ki bunun hiçbir örneği yoktu. Yabancı varlıkların yem olarak gönderdiği keşif araçlarına bir saldırıda bulunmaması, ihtiyaç duyduğu bilgilerden yoksun kalmasına neden olmuştu. Gemi donanımına ait cihazlar gelen bilgileri analiz edip, rakiplerinin yer savunmasına ait silahlarının menzil, konum, tür ve güçleriyle ilgili bilgi verebilirlerdi. Şimdi bunlar olmadan devam etmek zorundaydı.
Buna rağmen harekat planında belirlenen noktalara, güçlü bir korumayla yaklaşmaya devam etti.
Onlara asla ulaşamadı.
“Alarm, alarm! Bölge yoğun olarak mayınlanmıştır.”
Derhal anladı Alkine, rakipleri daha önceden bilgi almışlardı. Bu zor bir savaş olacaktı.
“Transfer, şuradaki bölgeye.” Çöl bölgesi, güçlü bir işgal üssü tesis etmek için uygun bir yerdi.
Bu sefer her şey yolunda gitti. Tek bir gün ışığı periodu içersinde bütün bölgeyi zaptettiler. Filosunun yanısıra, devasa kalkan tertibatı da, alanın havadan korunmasını sağlıyordu. Silahları tüm kıta ve üç deniz üzerinde hakimiyet sağlamıştı. Sahra çölünü tamamen işgal etmiş olması sayesinde, tüm Afrika kıtasını, Akdenizi ve Avrupa’nın büyük bir kısmını kontrol altında tutuyordu. Bölgenin henüz hakimiyet altına alınması gerekiyordu ama sahip olduğu teknolojik olanaklar ve silahları sayesinde, Alkine’in haberi olmadan bir kuş bile uçamazdı. Bazı özel silahları sayesinde tek bir arıyı sürüsünün içinden seçip, diğerlerine zarar vermeden küçük bir duman bulutcuğuna çevirebilirdi.
Kumandan Alkine şimdi biraz daha rahatlamıştı ama içinde hala bir huzursuzluk vardı. Bu yabancı varlıkların, belirlenen iniş noktalarından önceden haberdar olmaları nasıl mümkün olabilirdi ve neden hiçbir tepki göstermemişlerdi?
Uzaktaki ve yakındaki yabancı varlıklar, büyük çölün ortasında erzakını boşaltan binlerce geminin farkında değillermiş gibi, kendi günlük işleriyle meşgul olmaya devam ediyorlardı.
Normal tepki, orduların ve filoların alarma geçirilip savunma harekatına başlaması şeklinde olmalıydı. Ne bir roket sağanağı mevcuttu, ne de uzun menzilli ışın silahları, hiçbir hareket yoktu.
İşgal kuvvetlerinin takibe aldığı medya ve iletişim ağlarında bile istila hakkında tek bir kelime geçmiyordu.
Alkine bu duruma aldanmak niyetinde değildi, bu yabancı varlıklar aptal değildi, oldukça akıllıca bir oyun oynuyorlardı ama er ya da geç kartlarını açmak zorunda kalacaklardı..
Ve bunu da aynı gece yaptılar.
“Hava sıcaklığı mevsim normallerinden beş derece daha düşük,” dedi geminin bilgisayarı. “Kalın bir bulut tabakası oluşmakta.”
Alkine rahatladı. Buydu demek bütün olay. Yabancı varlıklar savunma silahı olarak hava kontrolünü kullanıyorlardı. Orjinal bir yöntem ama eşsiz değil.
Dışarı çıktı ve karanlık gökyüzüne baktı. Dünya atmosferi oksijen bakımından kendi gezegeninden daha zengindi ve bu da kendisini tuhaf bir şekilde neşeli hissetmesine neden oluyordu. Evet orjinal bir saldırı yöntemi ama bu yabancı varlıklar onu soğuk havayla kaçıracalarını sanıyorlarsa hayalkırıklığına uğrayacaklardı. Bir zamanlar yuvası olan gezegende, soğumakta olan güneşiyle ortalama hava sıcaklığı Dünya’nın kutuplarıyla aynı derecedeydi. Gurthlar aşırı soğuklara alışkın olup bunun için donanımlıydılar.
Bir şeyler gece göğünden pırpır edip, yüzüne dokunarak yere düştü. Kar!… Eh, bu da bilmediği bir şey değildi. Saptırma kalkanını bulutların altına çekememesi çok yazıktı ama bu etki alanını oldukça ufaltırdı. Soğuğa karşı Gurthlar’dan daha az dayanıklı olan yabancı varlıklar, nasıl olsa kısa süre sonra kendileri bıkacaktı kardan ve o an geldiğinde cevabi uyarı niteliğindeki önlemlerini alırlardı.
“Hava sıcaklığı düşmeye devam ediyor, kar yağışı artmakta.”
Ekranı açtı ve en ufak bir kaygı duymadan kar yağışını izledi. Oldukça yaratıcı bir yöntem, ancak şafak söktüğünde tropik bir bölgede, değil kar yağışını devam ettirmek, bulutları birarada tutmak bile imkansız olacaktı.
Şafak boz renginde söktü, tropik bir güneşin izlerini bile taşımadan. Kar yağışının hala artmaya devam ettiğini gemi bilgisayarının bildirmesi gerekmiyordu. Görüş mesafesi uzattığı kolunun ötesine geçemiyordu. Daha da kötüsü haberleşme bağlantısı sekteye uğramıştı.
Transformatörlerin yeniden konumlandırılması gerektiği açıktı. Ancak o şekilde tüm bölge ısı ışınlarıyla taranabilirdi. Artık yeterince kaygılanmamış olduğunu kabul ettiği için gerekli talimatları veriyordu. Tüm iletişim cihazları buz tabakasıyla kaplanmıştı, mürettebat ve robo-teknisyenleri gidiş gelişlerinde kılavuz ipi kullanmak zorunda kalıyorlardı. Bu yüzden karın içinde derin yarıklar oluşmuş, içinden geçenlerin başları bile görünmüyordu.
“Isı ışınları aktif.”
Alkine hızla talimat yağdırıyordu. Doğrudan bir saldırıda bulunulmamıştı ama bunun hesabı mutlaka sorulmalıydı. Bu yaratıklara istilacıların üstünlüğü gösterilmeliydi. Ya doğrudan bir karşı saldırı için ortaya çıkmalı ya da sonuçlarına katlanmalıydılar.
Saniyeler sonra üç saldırı gemisi ana gemiden fırladı. Dörder kişilik mürettebatı olan gemilerden bir numaralı gemi, Sahra çevresi ve özellikle Kahire ve İskenderiye için emir almıştı. Gemi “iki”, kıtanın en uç noktasına kadar inip Kapstadt ve diğer birkaç büyükşehre saldırdıktan sonra Kuzeyamerika’ya devam edip oradaki büyük kentleri turlayacaktı.
Gemi “üç”, İtalyan yarımadası üzerinden geçerek tüm Avrupa’yı tarayacaktı.
Alkine gerçekçiydi, gemi ve mürettebat gözden çıkarılabilirdi. Er ya da geç seçtiği en korkunç silahlar rakiplerini karşı saldırıya geçmeye mecbur edecekti. Kendini kandırmıyordu, Dünya’nın da hiç hoş olmayan silahları vardı, müsriflik oranında ve tehlikeli silahlar, bu türdeki kalkansız ufak gemileri imha edebilecek silahlar. Ama bu sayede rakiplerin savunma hatlarının konumu belirlenmiş olacak, karşı saldırı için gelecek araçların üslerine dönüşte takip edilmesi kolaylaşacağı gibi, tüm savunma sisteminin yapısı da deşifre edilebilecekti.
“Hava sıcaklığı bölgeye ait mevsim normallerine dönüyor.”
Alkine ekrana baktı ve kendine lanetler okumaya başladı. Gördüğü şey aşılmaz bir sis duvarıydı. Kar çukurları boylarını aşacak derecede suyla dolmuştu ve kovadan boşanırcasına yağmur yağıyordu.
Çalışma robotlarına emirler verdi. Bölgeden dışarıya, en dış savunma hattına kadar su tahliye kanalları kazılmalıydı.
Kar bulutları ve saptırma kalkanının üzerinde, yavaş yavaş üç gemi güneşe doğru yükseldiyordu.
Gemiler özel olarak bu atmosfer için tasarlanmıştı ve gövdesi olmayan tek bir siyah kanat biçimindeydi. Havada, saniyede üç millik bir hıza ulaşabilecek bir kapasiteye sahiptiler, üstelik bu arada oluşacak sürtünme ısısından zarar görmeksizin, ancak saldırıya uğramadıkları sürece daha yavaş uçmak için emir almışlardı.
Gemi “bir”, Sadru adında tecrübeli bir Gurth tarafından idare ediliyordu, ve Sahra’nın sınırlarını aşmakta olan Sadru, daha yönünü tayin edemeden sorunlarla karşılaştı.
Ufka yakın bir yerde, çölden simsiyah bir sütun yükseldi ve ona doğru savrulmaya başladı. Herhangi bir şey düşünmedi, çünki kum fırtınası ve hortum sıradışı oluşumlar değildi. Gemisini ustaca hortumun yolundan kaçırdı ama gemiyi birden yukarı çekmek zorunda kaldı, karşısında aniden ikinci bir hortum belirmişti.
Geminin yerçekim dengeleyicisi isyan edercesine bağırdı ve birden karanlıkta kaldı.
Sadru uzun uzun düşünmek durmunda değildi, muhtemel olanı anlamak için. Saldırıya uğramıştı, eşi benzeri görülmemiş bir biçimde, uzaktan kumanda edilen, son derece tehlikeli tornadolar tarafından saldırıya uğramıştı. Kendini savrulmaya bırakmaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktu ama işgal üssüyle bağlantısı da tamamen kopmuştu.
Biraz daha enerji verdi, gemi titredi. Kenardan dışarıya kaçmaya çalışmanın anlamı yoktu. Diğer yöne kaydırdı aracı, hortumun gözü sakin olmalıydı. Gerçekten de öyleydi ancak orada da düzenli aralıklarla yukarı fırlayan devasa kayalar roket gibi üzerlerine iniyordu. Yeniden içeriye mi? Hayır orada da kayalar vardı.
Sert bir çarpma oldu ve gemi yan yatarak düşmeye başladı. Çaresizce geminin kontrolünü kaybetmemek için çırpındı ve yine darbe aldı. Yan yattı, geminin sivri burnu savrulan kum duvarına sürtüyordu. Bir ağır darbe daha yiyince geminin kontrolünü tamamen kaybetti. Bu sefer yine iç kısma girdi. Rüzgar gemiyi kaptığı gibi savurup tepe taklak etti. Kaya parçaları çekiç gibi dövüyordu yüzeyi, oluşan küçük deliklerden kumlar içeri dolmaya başlamış, kumanda konsolündeki mikro devreler kumla kaplanmıştı.
Kompensatörlerden biri aniden devre dışı kaldı ve gemi yan yatarak aşağı düştü.
Altı dakika sonra tornado oluştuğu hızla yok oldu. Kaya parçaları, ağaç gövdeleri, dallar, taşlar ve bir zamanlar gemi “bir”e ait olan metal yığınları yağmur gibi yere düşüyordu.
Gemi “iki”, herhangi bir olay olmadan işgal üssünden ayrıldı, ancak kalkıştan kısa bir süre sonra üsle iletişimde kopukluklar yaşamaya başladı. Uçuş hızını yavaşlattılar ve uçuş mühendisi dıştaki komunikatör levhasını kontrol edecek bir tele-aygıt çıkardı. Tüm gemi ince bir film tabakasıyla kaplanmış görünüyordu. Büyütülmüş görüntüler, bu tabakanın böceklerden oluştuğunu gösteriyordu.
Pilot derhal ultra-ses hızına çıktı ve tabakayı yaktı. Yavaşlayıp yeniden alçaldığında hiç beklenmedik bir bulutla karşılaştı. İlk anda ince bir filim şeklinde görünen, şimdi kalın bir tabaka halindeydi. İkinci bulut bir çekirge sürüsüydü. Geminin sıcak dış yüzeyiyle temas eden çekirgeler eriyip yapışıyorlardı.
Mürettebat rahatsızlık verici yapışkan tabakayı incelerken, çaresizlik ifade eden tuhaf jestlerde bulunuyordu. Bunlardan kurtulabilmek için yeniden yükselmek gerekecekti.
Gemi çok ağır reaksiyon gösteriyordu ve bir çok uyarı techizatı alarm vermeye başladı. Tele-aygıt yeniden dışarı gönderildi. Ancak gösterdiği görüntüler oldukça huzursuzluk vericiydi. Geminin alt tarafındaki tabaka, üst tarafdakinin üç katı kalınlıktaydı, stratosfere kadar çıkmak gerekecekti.
Pilot sersemlemiş halde tam güç verdi. Kendi gezegeninde hemen hiç böcek yoktu ve şu anda bu kadar çok böceğin mevcut olması dengesini bozmuştu. Bu kadar çok uçan canlıya ne gerek vardı? İstiladan önceki eğitim seminerleri böceklerin yanı sıra kuşların da varlığıyla ilgili bilgiler vermişti ama davranışlarıyla ilgili bilgi almamışlardı. Geminin dış yüzeyini kontrol etmek için yeniden yavaşlayıp alçaldığında yüzlercesi üşüşüp etraflarında uçmaya başlamıştı. Pilot kuşların zeki varlıklar olmadıklarını biliyordu, geminin cihazları da herhangi bir patlayıcı mikro-başlık taşımadıklarını tespit etti.
Birden geminin uçuş performansının yarı yarıya düştüğünü farketti, üstelik motorlar tam güç çalışıyordu. Yükselme hızı yavaşlarken, uyarı cihazları bağırmaya başlamıştı.
Teçhizat/silah mühendisi dikkatini geminin görünen dış yüzeyine verdi. Onlara dik dik bakıyordu. Renk değişimi hayret vericiydi. Ancak biraz daha dikkatle bakınca, rengin büyümekte olan bitkilerden kaynaklandığını farketti. Dış yüzey ince bir bitki tabakasıyla kaplanmıştı!
Kendini makul olmaya çağırdı. Bu durum geminin performansını yarı yarıya indirmeye yetmezdi. Öyleyse alt tarafta ne vardı?
Tele-aygıt hemen dışarı gönderildi.
Bu arada uçuş performansı dörtte bire düşmüştü ve gemi artık hemen hiç yükselmiyordu.
Tele-aygıt, nihayet bir görüntü verdi. Biraz zaman almıştı çünki bir şey görebilmek için cihazı, insan ölçülerine göre yedi metre aşağı indirmek zorunda kalmışlardı. Geminin altından bu uzunluğa kadar yabani otlar ve sarmaşıklar sarkıyordu.
Pilot zeki olduğu için gördüğü gerçeği inkar etmiyordu, ancak objektifte bir problem olabileceğini düşündü.
Ancak yeniden geminin üst tarafındaki yüzeye baktığı zaman gördüklerinden emin olabildi. Bitkilerin büyüme hızı gözle görülebilir ölçüdeydi.
Gemi artık yukarı doğru sürünür gibiydi, yükseliş hızı ancak enstrümanlardan takip edilebilecek kadar azdı.
Pilot durumu kısaca gözden geçirdi. İki seçeneği vardı, ya hızlandırılmış bir pike yapacaktı, geminin altından sarkan bitkileri yakmak için ya da yine hızlandırılmış ama iyi hesaplanmış bir iniş denemesi yapacaktı.
İkincisine karar verdi. Ulaşabildiği kısıtlı yükseklikte bitkileri yakabilecek kadar uzun bir süre pike yapabileceğinden emin değildi. Ufak bir hesap hatası ve kimse kurtulamazdı.
Mürettebata verdiği kararı bildirdi. Hızlı ama iyi hesaplanmış bir şekilde alçalıp, alana inmeyi düşünüyordu. Yabancı varlıkların birlikleri hakkında daha sonra da kafa yorabilirlerdi. Gezegenin yüzeyine iner inmez, gemi ısı projektörleriyle temizlenir sonra yeniden kalkarlardı.
Pilot sınırlarını iyi biliyordu. Öyle zamanlar vardı ki görevinin icap ettirdiği sorumluluk duygusu kendisinin de yolcu konumuna çekilmesini gerektirirdi. Birkaç kelimeyle robo-pilotu programladı ve uçuş idaresini devretti. Kendisi yetersiz bir pilot değildi, yalnızca fazlasıyla tecrübeliydi. Geminin problemlerle daha kolay başedebileceğini biliyordu. Robo-pilotun, ağırlık, yük, hava basıncı ve rüzgar gücü gibi bir çok faktörü, kendisinin enstrümanlara bakmak için sarfedeceği süre içersinde hesaplayabileceğini biliyordu.
Hafif bir çatırdama sesi duyuldu ve gemi yavaşça inişe geçti. Pilot, vejetasyonun hareket halinde olduğu dış yüzeyi izliyordu. Yeşil dokungaçlar uzanıyor, kıvrılıyor, birbirine dolanıp gitgide daha kalın bir tabaka oluşturuyorlardı.
İniş hızı artınca sarmaşıklar rüzgarla yukarı doğru savrulmaya başladılar. Pilot, gittikçe sıklaşmakta olan yeşil bitki ağının içinden bakmaya çalışırken görüş imkanı daha da azalıyordu. Yer yüzeyi hala çok uzakta gibiydi.
Yeniden bir çatırdama duyuldu.
“Dikkat” diye uyardı robo-pilot, “Güvenli iniş imkanı ağırlaşmakta olan yük yüzünden tehlikeye girmiştir.”
“Çıkmak zorundayız!”
“Çıkış yerleri bitkilerle tıkanmıştır. Yalnızca savaş giysilerinizi giyip, çarpmayı bekleyebilirsiniz.”
Dünya’daki hiç kimse neler olup bittiğini görmemişti, ancak yörüngedeki ana filodan herşey takip ediliyordu.
Gemi, üzerinden sarkan bitkilerden gemiye benzetilebilirse, bulutlara kadar adeta tırmanmıştı.
İnişe geçmeye başladığında artık bir saldırı gemisinden çok, etrafından bitkilerin sarktığı devasa bir toprak parçasına benziyordu. En alttaki bulut kümelerine ulaştığında, görünüm ve ağırlık bakımından iyice büyümüştü. Sağa sola yalpalamaya başladı, sonra düştü, tekrar kendini toparladı, yavaşladı, zigzag yapmaya başladı, yeniden düşüşe geçti. Aşırı ani hareketler yüzünden gemiden bitki parçaları kopup düşüyordu.
Yeniden kendini toparlamaya çalıştı. Bir an için havada zıplar gibi göründü, sonra simsiyah bir duman fışkırdı ve gemi yere çakıldı.
-o0o-
"
|
| |
Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
|
"KELEBEKLER GEZEGENİ (Devam) 9. Bölüm" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 0 yorum |
| Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz. |
|