Ana Sayfa Hesabınız Yazı Ekleyin FAN ART FRP - RPG
J.R.R.Tolkien Kitaplar Galeri Biz Kimiz
Üye ol Üye girişi
Yazı aramak istediğiniz
Sitede 17 ziyaretçi, 0 kullanıcı var.
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

Seçenekler
· Ana Sayfa
· Yazı Gönderin
· İstatistikler
· Bizi Tanıtın
· Forum
· Yükle
· En iyiler
· Linkler
· Hesabınız

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

J.R.R.Tolkien
Hayatı, eserleri, kronoloji, röportaj, resimler...

Kitaplar
Özetler, kapak örnekleri, incelemeler...

Resim Galerisi
Sanatçılara göre sınıflandırılmış 100'lerce resim...




Önceki Yazılar
Mart 21, 2013 - 08:08:57
· Kızıl Yolculuk (1)

Kasım 07, 2012 - 16:17:32
· Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)

Kasım 07, 2012 - 16:00:58
· Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)

Kasım 07, 2012 - 15:56:46
· Hobbit Fragmanları (0)

Aralık 21, 2011 - 08:18:56
· Hobbit Trailer (0)

Ekim 10, 2011 - 10:09:41
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)

Haziran 13, 2011 - 10:37:47
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)

Haziran 13, 2011 - 10:34:53
· Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)

Haziran 13, 2011 - 10:18:39
· Oyun Fikirleri (2)

Aralık 03, 2010 - 08:08:20
· BBC Tolkien röportajı (0)

Kasım 22, 2010 - 11:15:26
· The Hobbit icin Gazete Ilani (2)

Ekim 22, 2010 - 11:31:19
· Hobbit oyuncuları (10)

Ekim 13, 2010 - 09:27:41
· Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)

Haziran 02, 2010 - 07:54:36
· HOBBİT TEHLİKEDE (4)

Nisan 06, 2010 - 09:13:39
· Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)

Nisan 06, 2010 - 09:13:33
· Gölgelerin İçinden (0)

Ocak 19, 2010 - 08:58:13
· Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)

Ocak 08, 2010 - 15:45:13
· Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)

Ocak 08, 2010 - 15:44:59
· Mucizeler Savaşı (6)

Ocak 08, 2010 - 15:44:38
· LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)


Eski Yazılar

Son Silahşor - Miranda'nın Kanlı Kolyesi (Bölüm 20)
Yayınlanma tarihi Mayıs 21, 2007 - 16:33:20 Gönderen iarwainbenadar

Hikayeler Kid_A göndermiş " Kan... Sis... Yenilgi...
Bu düşünceler Ethan’ın beynini resmen kemiriyordu. Louise’i sırtlamıştı ve gitmek üzereydi, tapınaktan çıkmak üzereydi. Ancak o ıslık sesi, olduğu yerde mıhlanıp kalmasına neden oldu. Bir tek o ses Ethan’ı durdurmamıştı, sesle birlikte sırtladığı Louise hafifçe titremişti ve ağzından oldukça kısık bir inleme sesi çıkmıştı, ancak Ethan bu inlemeyi duymuştu.
Louise’i, birkaç saniye önce çözdüğü sütuna geri yatırdı. Kızın yüzünde hiçbir ifade yoktu, donuktu, gözleri açıktı ama kırpmıyordu. Louise bir kuklaymış gibi sütuna seriliverdi.


Ethan Louise’in duruşunda bir tuhaflık sezinledi, sağa dönük gibi yatıyordu. Elini Louise’in sırt kısmından çekti ve kan gördü. Hemen elini Louise’in sırt tarafına tekrar soktu ve soğuk bir metale değdi parmakları. Hemen metali kavradı ve çekmeye çalıştı, olmadı. Louise’i yüzüstü çevirdiğinde ise gördüğü karşısında dehşetle ellerini ağzına kapayıp geriledi; Louise’in sırtına Zherra’nın hançeri saplanmıştı ve hançerin etrafı koyu kırmızı renk bir yuvarlakla çevrelenmişti.
“Hayır,” dedi Ethan kendi kendine. “Hayır...”
Uzaktan Zherra’nın, “Kaçalım, hadi kaçalım,” sesleri duyuldu. Ethan uyuşmuştu, başını kaldırıp bitkin bir edayla baktığında, Zherra’nın korkmuş ancak kendinden de bir o kadar emin bir şekilde Baroth’u kolundan tutarak çekiştirdiğini gördü. Hem Baroth’un, hem de Zherra’nın bakışları, Louise’in üzerindeydi, hatta Ethan’ın birkaç adım ilerisindeki Carazgisar’ın bile bakışları Louise’in üzerindeydi.
Carazgisar’ın tedirgin, ürkmüş hali yüzünden belli oluyordu, böyle bir şey beklemiyordu. Bir ölüm her şeyi değiştirebilirdi ve çoğu zaman ölümün önüne geçilemezdi – aslında “hiçbir zaman” geçilemezdi, ama istisnai durumlar söz konusu olabiliyordu.
Ethan’ın yüzü buruşmuştu, ağlamak üzereydi, bakışları Louise’ten başka bir yerde değildi. O an sanki asırlı bir an gibiydi; kimse hareket etmiyor, kimse bir şey demiyordu. Bu anın bozulması için Carazgisar hamle yaptı.
“Gidelim,” dedi kesin bir ifadeyle Ethan’a, ancak Ethan’ın kendisini duymadığını adı gibi biliyordu. “Ethan...” diye tekrar etti. “Ethan!”
Baroth ve Zherra yaratmış oldukları ölüm anının şokundaydılar. Aslında böyle bir anın onlar için şokla sonuçlanması gerekmiyordu – o zamana kadar ne katliamlar yapmışlardı – ancak o an öylece durup kalmışlardı. Baroth bu anın gerçekliğini yavaş yavaş kavramaya başladığı için adım adım geriliyordu, bir yandan da Zherra’nın kolunu tuttu. Zherra kolunu tutan ele, ardından Baroth’a baktı ve onun bakışlarından gerekli mesajı aldı: Uzaklaşmaları gerekiyordu. Şeytan görünümlü yaratığın bir daha ne zaman geleceği bile meçhuldü.
Onlar uzaklaşırlarken, Ethan hâlâ sıkı sıkıya Louise’i tutuyordu ve artık hakim olamadığı gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Carazgisar yavaş yavaş uzaklaşan Baroth’la Zherra’yı fark ettikten hemen sonra Ethan’ın yanına geldi ve onu kolundan tutarak çekiştirdi. “Gitmemiz lazım.”
Ethan tapınaktaki mutlak zamana erişen en son kişiydi, Carazgisar’ın çekiştirmeleriyle Louise’i kucaklayarak tapınağın çıkışına doğru yürümeye başladı. Uzun tapınak koridorundan geçerken de, Baroth’un adamlarının tapınağı çoktan terk etmiş olduklarını hayal meyal fark edebildi.

Karanlık ve puslu havada yüksek bir tepenin üzerinde yükselen şatoya doğru iki siyah at son sürat ilerliyordu. Birinin üstünde Baroth, ötekinin üstünde Zherra vardı ve ikisi de hafif öne eğilmiş, atlarına daha fazla hız kazandırmaya çalışıyorlardı.
Atları şatonun önüne vardığında, içeriden gardiyanlar ağır demir kapıları iplere asılarak açtılar. Kapılar açılırken, iki atlı içeri girdi ve kapılar onların ardından hemen geri kapatıldı. Baroth ve Zherra atlarından indiler ve hızla şatonun geniş görüşme odasına doğru yürüdüler. Yürürlerken ikisi de birbirleriyle konuşmadılar, konuşmak için yalnız kalmaya ihtiyaçları vardı. Onlar hızlı adımlarla ön kapıya doğru ilerlerlerken, arkalarından iki tane nöbetçi, atları ahıra çekmek üzere geldiler.
Şatonun taş basamaklarında Baroth’un ve Zherra’nın çizmelerinin sesleri yankılanıyordu. İkili görüşme odasının kapısına varıp içeri girdiler, Baroth kapıyı içeriden kapatırken koridorda şöyle bir göz gezdirdi.
Zherra hemen kendini sırt tarafı yüksek sandalyelerden birine bırakıverdi.
“Lanet olsun!” diye sövdü kendi kendine. “Lanet olsun!”
Baroth ona ne olduğunu anlamayan bir bakışla bakarak başka bir sandalyeye attı kendini.
“Sorun nedir?”
“Yaptığım şey çok budalacaydı.”
Baroth alaycı bir sesle nefes verdi. “Abartıyorsun. İstediğini elde ettin işte...”
“Benim istediğim bu değildi,” diye hemen onun lafını kesti Zherra.
“Ne yani? Şimdi de Louise’i hançerlediğin için kendinden nefret mi ediyorsun?”
“Tabii ki hayır!” Zherra ona ters bir bakış attı.
“O zaman sorun ne?” diye sordu Baroth, bu sefer sorusunun gerçek cevabını isteyen bir ses tonuyla.
“Böyle olmamalıydı... Bu şekilde... Bu yanlış...”
“Doğruya ve yanlışa karar vermek için artık çok geç değil mi sence de?”
Zherra hışımla yerinden kalktı ve volta atmaya başladı. “Esas zarar vermem gereken Louise değil, Carazgisar’dı. Bunu sen de çok iyi biliyorsun.”
“Zherra... Yaptığın şey en doğrusuydu,” diye onu teselli etmeye çalıştı Baroth. “Louise’i öldürmen Ethan’ı baya bir süre uğraştıracak ve oyalayacak, bu da bize yeterli zamanı verecek.”
“Benim sabrım artık tükeniyor.” Zherra’nın ses tonundan, ne kadar emin olduğu anlaşılabiliyordu. “Yapmamız gereken şeyi dolaylı yoldan değil, direk olarak yapmamız gerekiyor. Attığımız her hamle kendi aleyhimize, kendi kellemizi riske atıyoruz.”
“Bu kadar ödlek olma!” diye parladı Baroth. “Eğer kellen için bu kadar endişeleniyorduysan başından beri neredeydin?”
“Baroth, şeytanla yaptığımız anlaşmayı sanırım tam olarak hatırlamıyorsun.” Zherra ellerini beline koyarak Baroth’a döndü.
“Elbette hatırlıyorum, harfiyen.”
“Ve şeytanın acıması olmadığını da biliyorsun.”
“Elbette...”
“O zaman benden telaşlanmamamı bekleme!” diye bağırdı Zherra.
Bir süre odaya sessizlik çöktü, bu sessizlik, Zherra’nın bağırışının odada yankılanmasının tamamen bitimine kadar sürdü. En sonunda Baroth, Zherra’nın volta atma yoluyla stres gidermesini fırsat bilerek lafa atıldı.
“Bundan sonraki adımlarımızı iyi ve dikkatli belirlememiz gerekecek, ayrıca daha güçlü bir strateji oluşturmalıyız. O zaman esas kişi elimizden kaçamaz.”
Zherra artık daha derin ve rahat nefes alıyordu. Sakin bir ses tonuyla; “Baroth, şimdiye kadar ufak adımlar attık, sadece kendimizi onların gözünde korkuttuk, üstlerine yürüdük. Ama artık bu iş basit plânlar yapmaktan çıktı. Elimize gerçekten iyi bir koz gerekiyor,” dedi.
“Senden sabır bekliyorum,” diye yanıtladı Baroth. “Sadece sabır... Biraz daha zamana ihtiyacımız var.” Zherra gözlerini sabredemeyeceğini belirten bir ifadeyle kırpıştırış başka yöne çevirdiğinde ise ekledi: “Biz ikimiz şeytanla bile anlaşma yapmış insanlarız, ne kadar güçlü olduğumuzu senin bile bilmen gerekiyor. Korkmuyor değilim, korku bizim gibi insanlara doğumunda sunulan bir lütuftur ve korkularımız bizim kamçılarımızdır. Biz korkularımız sayesinde güçlü ve istikrarlı oluyoruz, bu sayede hep kazanıyoruz. Ama korkularımızın, amaçlarımızın önüne geçmesine izin verdiğimiz gün...” Duraksadı. “...işte o gün yenilmeye mahkûmuz demektir.”
Zherra tekrar Baroth’a döndü ve ikisi bir süre bakıştılar.

Tapınağın ön tarafındaki çimenlik alan, hafif rüzgârda hışırdıyordu. Carazgisar, hemen arkasında da kucağında Louise’i taşımakta olan Ethan tapınağın kapısından yürüyerek çıktılar ve çimenlerin ortasındaki kesilmiş bir ağacın kökünün önüne gelerek durdular. Ethan hemen Louise’i ağaç köküne yatırdı – kök Louise’i tutabilecek kadar uzundu – ve onun yüzüne derin derin bakmaya başladı.
“Yaşayacaksın...” diye geçirdi içinden. “Tekrar yaşatacağım seni...” Ve gözlerinden süzülen yaşlara hâkim olamadı; yaşlar yanaklarından süzülüp Louise’in yüzüne damlamaya başladı. Artık Ethan’ın yüzü Louise’inkine o kadar yakındı ki onu öpebilecek durumdaydı- ancak bununla o an için ilgilenmiyordu, öpücüğünün Louise’i yaşama döndürmeyeceğini çok iyi biliyordu.
Carazgisar çimenlerde yavaşça yürüdü. Bu an onu bir şekilde duygulandırmıştı –kim olsa duygulanırdı böyle bir durumda- ancak onun güçlü olması ve Ethan’a yardım etmesi gerekiyordu. Ethan ise yüzünü Louise’in göğsüne gömmüş hıçkırarak ağlıyordu. Carazgisar o an için elinden gelenin en iyisini yaptı ve Ethan’ın yanına giderek elini genç silahşorun sırtına koyup sıvazladı.
“Ağlama Ethan...” dedi, bu dediğine her ne kadar kendisi de inanmasa bile. “Ağlayarak düzeltebileceğin hiçbir şey yok...”
“Kaderi benim elimdeydi.” Ethan’ın sesi yüzünü Louise’in göğsüne gömdüğü için boğuk çıkıyordu, Louise’in bakışları ise karanlık ve bulutlu gökyüzündeydi. Gök gürültüsü tekrar başlamıştı ve fırtına öncesi esen hafif rüzgâr kendini gösteriyordu. “Onu buralara kadar getirmekle hata ettim,” diye devam etti Ethan. “Onu en başından korumam lazımdı... Hepsi benim suçum... Hepsi...”
“Suçu kendinde arayarak bir yere gelemezsin silahşor,” dedi Carazgisar emin bir sesle. Bunu söylemesiyle Ethan’ın başı kalktı ve bakışları ona döndü.
“Bunu nasıl düzeltebileceğimi biliyor musun?” diye sordu Ethan. Gözlerinden hâlâ yaşlar süzülüyordu ve bütün yüzü soğuktan, ayrıca ağlamaktan kırmızı kesilmişti.
“İşte Ethan,” diye lafa girdi Carazgisar, “sana yardım edemeyeceğim tek nokta bu: cevap veremem.”
“Peki ama neden?” diye sordu Ethan yüksek sesle. Louise’i o an yaşama döndürmeyi ne kadar istediği yüzünden anlaşılamasa bile ses tonundan anlaşılıyordu.
“Kurallar,” Carazgisar tek bir cevap verdi, kısa ve netti. “Bu oyunun oynayışını belirleyen kurallar.”
Ethan, Carazgisar’ın bu cümlesini duyar duymaz ayağa fırladı, derin derin, öfkeyle nefes alıp vererek Carazgisar’ın tepesine dikilip ona yukarıdan oklar saçan gözlerle bakmaya başladı.
“Eğer oyun buysa ve kuralları da böyleyse, ben oynamıyorum!” Ethan’ın soluğu boşlukta soğuktan ötürü duman bırakıyordu. “Hayır! Oynamıyorum! Ölüm bu oyunun bir parçası olamaz-“
“Ölüm zaten bu oyunun bir parçası değil,” diye hemen lafa girdi Carazgisar. “Ölüm, yaşamın gerçeği Ethan. Eğer burada, şu anda ölümü kabul etmezsen, gerçek yaşamda asla edemezsin.”
Ethan kaşlarını çattı –ancak bu öfkeden değil, düşünmektendi- ve başını yana çevirip uzaktaki dağlara, şimşeklerin çakıp yıldırımların düştüğü dağların arkasına baktı. Ardından tekrar Carazgisar’a döndü. “Ben son silahşorum, öyle değil mi?” Carazgisar buna –her zamanki gibi- bir cevap vermedi, ancak Ethan kendi söylediğinin doğru olduğunu biliyorcasına başını emin bir biçimde salladı. “Evet, ben son silahşorum. Baroth’un tapınakta benim yüzüme bakarak söylediği de buydu... Eğer ben son silahşorsam, o zaman oyunun kurallarını değiştirebilirim demektir-“
Carazgisar tekrar araya girdi, bu sefer alaycı bir ses tonuyla, “Oyunun kuralları, her silahşor değiştirebilsin diye belirlenmedi Ethan ve sen bu kuralları değiştiremezsin.”
“Evet değiştiririm.” Ethan’ın ses tonundan, bu düşüncesinde ne kadar kararlı olduğu kesindi. Yana dönüp kütükte yatmakta olan Louise’in cansız bedenine baktı ve “Bunu düzeltebilirim. Elimde bunu değiştirecek güç var, buna inanıyorum.” dedi.
Carazgisar Ethan’ın söylediklerinin bir kelimesinin dahi doğru olmadığını zaten asırlardır biliyormuş gibi bir yüz ifadesi yaptı. Ethan ise onun bu yüz ifadesine aldırış etmeden, hatta bunu fark etmeden, başını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakarak ellerini iki yana açtı.
“Eeeey!” diye bağırdı, “Duyun sesimi! Oradasınız biliyorum!”
Carazgisar Ethan’ın bu ani hareketine bir anlam verememişti. Ethan sürdürdü:
“Bunu değiştirebilirim ve değiştireceğim! Sizden sadece bana o gücü vermenizi istiyorum! Sadece bir güç! O gücü kullanabilirim, bunu biliyorum! Ben son silahşorum!”
“Son silahşorluk bu değil...” dedi Carazgisar, Ethan’ın bağırışları arasında, ancak Ethan bunu duymamış olacaktı ki bağırmaya devam etti.
“Hadi! Eğer benim son silahşor olduğumu düşünüyorsanız bana bu imkânı, bu gücü vermek zorundasınız!” Ethan durdu, başı hâlâ geriye yatık ve gözleri hâlâ gökyüzüne dikiliydi, kolları iki yanında açıktı. “Bu uğurda kendi canımı Louise’in canına değiştirmeye razıyım-!”
“Ne yapıyorsun sen?” diye parladı Carazgisar bir anda, burnundan soluyarak. “Çıldırdın mı? Kendi- kendi canını tehlikeye atarak nasıl böyle büyük bir düelloya kalkışabiliyorsun?”
“Bu benim canım değil mi?” diye sordu Ethan, başını eğip Carazgisar’a bakarak. Yüzü iyice ciddileşti. “O zaman kendi canımı istediğim gibi kullanırım!” Başını tekrar geriye yatırıp bağırmaya hazırlandı ki...
Aniden toprağa batmakta olduğunu hissetti, hatta bu histen de öteydi- toprağa batıyordu. Dahası toprak onun ayaklarının altında kayarak bir çukur oluşturuyordu ve Ethan o çukura doğru giriyordu. Bu olay, Ethan’ın çakmağını ilk çaktığında yaşananla aynıydı. Carazgisar ona endişe ve neler olacağını bilen bir edayla bakıyordu. İkisinin bu bakışmaları birkaç saniye sürdü, sonrasında ise Ethan’ın etrafında toprağın haricinde bambaşka bir görüntü belirdi; yabancı değil, oldukça tanıdık bir görüntüydü bu: geldiği yer, Mantonies Dağı’ndaki büyücü Medorescar’ın şatosuydu. Medorescar da Ethan’ın tam karşısındaki kocaman çalışma masasının başında, sırtı Ethan’a dönük biçimde oturmuş, hararetle ve kendi kendine söylene söylene, başını iki yana sallayarak bir şeyler yapıyordu. Saçları dağınıktı, ancak nasıl oluyorsa yine de düzenliymiş gibi gözüküyordu – sanki büyücünün saçları “zaten” dağınık olmalıymış gibi.
Ethan bulunduğu daire biçimindeki platformdan dışarı bir adım attı ki, büyücü onun geldiğini fark ederek seslendi:
“Demek geldin.”
Ethan yere baktı; yerde, odanın zemininde bir daire biçiminde ve iç içe geçmiş çemberler gibi gözüken, farklı şekilde ve renklerde taşların yerleştirilmiş olduğu bir platform vardı – aynı bir mozaik gibiydi – ve taşların yüzeyleri parlıyordu. Ethan başını tekrar kaldırıp büyücüye bakarak ona doğru yürümeye başladı. Büyücü de aynı anda yorgun bir biçimde dönerek başını Ethan’a çevirdi. Fazladan bir sürü merceği olan bir gözlük takıyordu ve merceklerden ufak olanlar, gözlüğün esas camlarının üzerine bindirilmişti.
“Hayırdır? Seni bu kadar öfkelendiren ve buraya gelmene yol açan şey nedir?”
Ethan büyücünün bu sorusuna hemen yanıt vermedi, hatta “veremedi”. Az önceki her şeyi haykırıp isyan etme hissi her nasılsa bir anda içinden çekilip çıkartılmış gibiydi ve şimdi kendini azarlanıyormuş gibi hissediyordu.
“Ben... şey... Louise...” diyebildi Ethan, ardından da yutkundu.
“Louise... ne?” Büyücü tekrar sırtını Ethan’a verip demin uğraşmakta olduğu işine dönmüştü.
“O... o öldü.” Ethan bu cümleyi, sanki ağzının içinde kocaman, çıkması zor bir cisim varmış ve onu öğürerek çıkarmak zorunda kalmış gibi söylemişti. Bazen gerçekleri tek bir cümlede söylemek insana gerçekten zor geliyordu doğrusu.
“Yani?” Büyücü durdu, bakışları masasının üzerinden biraz yukarı kalkarak karşıdaki pencereyle buluştu ve dışarıdaki karanlık, civardaki kulübelerden gelen ışıklarla aydınlanan meydana dikildi.
“Yanisi, Louise öldü ve ben ne yapacağımı bilemiyorum...”
“Onun ölmemesi için ne yaptın?” diye hemen soruverdi büyücü.
“Nasıl yani?”
Büyücü, Ethan’ın meselesi hâlâ anlamadığını fark ederek derin bir iç çekip gözlüğünü gözünden çıkartarak katlayıp masaya bıraktı ve tekrar sandalyesinde Ethan’a döndü. Ethan büyücüye biraz daha yakınlaşmış olduğu için şimdi yaşlı adamın gözlerindeki belirgin kızarıklığı fark edebilmişti, Medorescar masasında her ne ile uğraşıyorduysa baya uzun bir süredir onunla cebelleştiği belliydi.
“Sen bir sınava tabi tutulmaktasın Ethan, bunu sana defalarca söyledim. Akabinde, yapmış olduklarının hepsi mükemmel bir biçimde sana geri dönmekte...”
“Mükemmel mi?” diye büyücünün sözünü kesti Ethan. Nasıl yani? “Mükemmel demekle neyi kastediyorsunuz?” Büyücü tam ağzını açıp bu kelimeyi açıklayacakken de lafı yapıştırdı; “Yani, bütün bu olanların ve Louise’in başına gelenin benim hatam olduğunu mu söylüyorsunuz?”
Büyücü yüzünü gerdi. “Eee, insan ne ekerse onu biçer.”
“Peki benim Louise’in başına gelen şeyden önce neler yaşadığımı biliyor musunuz? Neyle, hatta nelerle savaştığımı biliyor musunuz?”
“Hemen hemen,” diye sakin bir biçimde cevap verdi Medorescar. “Öbür dünyayı tasarlayanlar arasında ben de bulunuyorum, dolayısıyla bir silahşorun neyle karşılaşıp neye karar vermesi gerektiğini önceden tahmin ederek buna göre olaylara yön veriyorum.”
Ethan büyücünün bu sözlerine bir karşılık vermedi, çünkü ilk seferde olmaması gerektiği biçimde kulağa gayet mantıklı geliyordu bunlar. Ancak hemen ardından Ethan’ın aklında şimşek gibi bir hızla bir soru belirdi:
“O zaman Louise’in ölmesine de sen mi karar verdin? Ya da siz?” Artık her kimdilerse...
Medorescar sandalyesinden kalktı, oval biçimindeki odanın içinde ilerleyerek ilerideki kocaman bir kütüphaneye gitti ve kütüphanenin önündeki merdiveni kütüphanenin sağına doğru yürüterek durdurdu. Merdivenlerini usulca çıktı ve kitaplığın en üst rafındaki kitapların sırtlarında yaşlı parmaklarını gezdirmeye başladı.
“Louise’e ne oldu?” diye sordu büyücü.
Ethan’ın bakışları birden, merdivenin tepesindeki büyücüden hızla odanın zeminine iniverdi ve gözlerini kırpıştırdı. “Louise, Zherra’nın hançerine hedef oldu ve hançeri sırtından yedi.”
“Yani öldü...” diye ekledi büyücü.
Ethan bir süre durdu. Evet, cevap buydu, Louise ölmüştü – ama hayır, bu kadar basit olamazdı. Madem bir sınav yapılıyordu kendisine, itiraz etme şansı da elbet olmalıydı.
“Ölmedi,” dedi, kendine hâkim olamayarak, bakışlarını tekrar kütüphanenin tepesine, hâlâ kitapları incelemekte olan Madorescar’a çevirdi. Büyücü Ethan’ın yaşadığı bu çelişkiyi hemen fark etmişti ve merdivenin tepesinden aşağı, Ethan’a kaşları çatık bir biçimde baktı.
“Demin öldüğünü sen söylemiştin.”
“Evet, çünkü onun cansız bedenini Baroth’un tapınağından ellerimle çıkardım ve bir ağaç kütüğünün üstüne yatırdım.”
“O zaman, öldü, öyle değil mi?”
Büyücünün bu sorusu Ethan’ı tekrar bir duraklamaya sürükledi. Belki de sınavın şimdiki aşamasında vermesi gereken cevabı bekliyordu büyücü, Ethan’ın bu olayı kabullenmesini, öyle veya böyle.
“Evet,” dedi sonunda, oldukça üzgün bir biçimde. “Ama... ama yaşama şansı var, bundan eminim!”
Madorescar, odanın tavanına yakın bir yükseklikte keyifle kıkırdadı – Ethan onun böyle bir ses çıkarmasına bir anlam veremedi – ve başını iki yana alayla sallayarak tekrar önündeki kitaplara bakınmaya devam etti: “Tabii ki var.”
Uzun uğraşlar neticesinde büyücü aradığı kitabı bulmuştu, kitabı raftan çıkarttı ve kolunun altına alarak dikkatle geri geri merdivenin basamaklarını inmeye koyuldu. Aşağı vardığında Ethan’ın yüzüne, artık bir şeyleri yavaş yavaş anladığını belli eden bir memnuniyet ifadesiyle baktı. Ethan Madorescar’ın kolunun altına sıkıştırdığı kitaba şöyle bir baktı; kapağında bir sürü yırtık olan, kocaman bir kitaptı bu. Medorescar, Ethan odaya vardığında çalışmakta olduğu masasına geri döndü ve kitabı masaya bıraktı, tok bir ses çıktı – kitap gerçekten kalın olmalıydı.
“Bir bakalım...” Madorescar’ın parmakları, kitabın önce kalın ve eski kapağını ağır bir hareketle açtı, ardından kapağından biraz daha ince, ama ellenince hissedilir ölçüde kalın olan sayfalarını karıştırmaya başladı. Büyücü bir yandan sayfaları çeviriyor, bir yandan da parmaklarını sayfalardaki satırlarda gezdiriyordu. Aynı bir kovalamaca gibi süren bu arayış, Madorescar’ın aradığı sayfayı bulmasıyla son buldu; büyücü zafer edasıyla “Ah-ha!” diyerek kendisini ilgilendiren sayfada durup parmaklarını sayfaya vurdu. “İşte burada.”
“Nedir o?” Ethan büyücünün ne bulduğunu merak ederek yanına yaklaşmak istedi, ancak büyücü sırtı Ethan’a dönük biçimde boştaki elini havaya kaldırıp onu durdurdu, bir yandan da bulmuş olduğu sayfadaki bilgileri okuyordu. Ethan olduğu yerde bekledi, büyücünün sayfası fısıltıyla kendi kendine okuduğunu duyabiliyordu, büyücü aradığı satıra yaklaştıkça, satırları okuyan sesi biraz daha yükselip belirginleşti. Büyücü en sonunda yerinden kalktı ve bir elinde açık halde kalın kitap, öbür eli de sayfanın üzerinde Ethan’a döndü.
“Miranda,” dedi Madorescar, ahenkli bir edayla. Ethan bu adı duyunca hiçbir tepki vermedi – vermesi “gerekiyor muydu”? Büyücü Ethan’ın anlık biçimde zihninden geçenleri okumuş gibi, “Miranda,” dedi, başını kitaptan kaldırıp Ethan’a bakarak, “senin bulman gereken büyücü.”
“Büyücü mü? Louise’i büyücüyle mi dirilteceğim? Ama siz de büyücüsünüz, siz niye yapmıyor...”
“Hayır, hayır!” diye çıkıştı büyücü, sesi bir anda sertleşmişti. “Elbette kimse Louise’i diriltmeyecek, bu senin, gerekli çabayı göstermemen anlamına gelir ve başarısız olursun.” Bir sessizlik oldu, büyücü bakışlarını tekrar elindeki açık kitabın sayfasına çevirdi ve okumaya başladı; “Miranda, paralel evren olan Katadrath Diyarı’nın en genç büyücülerinden biridir. Normal bir insan görünümündedir, ayrıca kendisine, zamanındaki büyük başarılarından ötürü kanlı kolye verilmiştir.”
“Kanlı kolye mi?” Ethan’ın aklı iyice karışmıştı.
Büyücü, sanki Ethan onun sözünü kesmemiş gibi okumaya devam etti: “Miranda bu kolye sayesinde de birçok yardımda bulunmuştur. Ancak onun kolyesini kullanmak – ya da kullanmaya teşebbüs etmek – biraz zordur, çünkü Miranda ikna edilmesi zor bir büyücüdür.”
“İyi ama bu kanlı kolyenin Louise’e ne gibi bir faydası olacak?”
Yaşlı büyücü, iyice heyecanlanmış, ancak ciddiyetinden de taviz vermeyen bir şekilde, “İşte yeni maceran,” dedi. “Bunu kendin bulmak zorundasın.”
“Başka hiçbir bilgi yok mu?”
“Hayır,” dedi büyücü en basit haliyle. “Elinde olan tek şey bir isim ve bir kolye. Gerisini sen getireceksin.”
“E peki, Katadrath Diyarı’na nasıl geçeceğim...”
Yaşlı büyücünün bu sefer gözleri parlıyordu. “Geçit,” dedi gizemli bir biçimde. “Geçidi kullanacaksın.”
Ethan, geçitle büyücünün ne ima ettiğini de sormak üzereyken, ayak tabanlarıyla zeminde bir sarsıntı hissetmeye başladı, dehşetle bakışlarını ayaklarına çevirdi; çukur yine kazılıyordu, Ethan yine toprağa gömülüyordu. Son bir kez daha başını kaldırıp yukarı, elindeki kitabı şimdi kapatan büyücüye baktıktan sonra etrafındaki görüntünün değişmesini bekledi ve...
Kendini tekrar Baroth’un tapınağının önündeki çimenliklerde buluverdi. Louise’in cansız bedeni yandaki ağaç kütüğünde yatıyordu ve kütüğün önündeki Carazgisar, karşısında yeniden belirmiş olan Ethan’a, nerede olduğunu soran bakışlarla bakıyordu.
“Sen... nereye...” Carazgisar’ın bakışları Ethan’ı baştan aşağı süzdü.
Ethan önce soluklandı. Ardından da, “Miranda,” deyiverdi. “Miranda’nın kanlı kolyesi.”
“Miranda’nın kanlı kolyesi mi?” Carazgisar şaşırmış görünüyordu, ama bu şaşırışı, Miranda adını hiç duymadığı gibi bir şey değildi, aksine Miranda’yı daha önceden duymuş ve onu çok iyi tanıyormuş gibiydi; ancak yine de Ethan Carazgisar’ın hafifçe ürperdiğini fark edebilmişti.
“Evet, Miranda’yı bulmak ve onun kanlı kolyesini kullanmak için Katadrath Diyarı’na gitmemiz gerekiyor.”"

 
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

İlgili Linkler
· Hikayeler Hakkında
· Yayınlayan Editör: iarwainbenadar
· Ana Sayfa


Hikayeler Hakkında en çok okunan :
Gölgelerin İçinden


Yazıcı Dostu Sayfa  Bu Yazıyı bir Arkadaşınıza Gönderin

"Son Silahşor - Miranda'nın Kanlı Kolyesi (Bölüm 20)" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 3 yorum
Puan
Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz.
Re: Son Silahşor - Miranda'nın Kanlı Kolyesi (Bölüm 20) (Puan: 1)
Gönderen Iarwain-Ben-Adar (iarwain@yuzuklerinefendisi.com) Tarih: Mayıs 22, 2007 - 08:49:38
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) http://www.yuzuklerinefendisi.com
Aha. Kid_A, muhteşem hikayesiyle geri dönüş yapmış. Ama şimdi biz ilk 19 bölümü unuttuk. :) Hepsini yeniden okuyup, sonra bunu okumamız lazım ki anlayalım hatırlayalım. :D


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: Son Silahşor - Miranda'nın Kanlı Kolyesi (Bölüm 20) (Puan: 1)
Gönderen Beldaran (serra@yuzuklerinefendisi.com) Tarih: Haziran 08, 2007 - 15:01:54
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Kid_A her zamanki gibi çok güzel.
Eline sağlık.


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Bu site filmin, kitapların, veya yazarın resmi sitesi değildir.Tamamen Türk yüzük dostları tarafından hazırlanan konu odaklı bilgi, haber, düşünce ve materyal paylaşımını amaçlayan bir fan sitesidir.
Sayfada yer alanlar ancak izin alınarak ve kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Lord of The Rings - Turkish Fan Site
yuzuklerinefendisi.com / 2001 - 2012