KELEBEKLER GEZEGENİ (Son Bölüm)
Tarih: Ağustos 03, 2006 - 09:18:03
Konu: Editörün Seçimi / Özel Yazılar


KELEBEKLER GEZEGENİ (Son Bölüm)
Bölüm XI

Alkine, Alkine olduğunu biliyordu. Bir izleyiciydi o, başka bir varlığın, bir insanın beyninde konuktu. Ve o beynin işleyiş biçimini hemen algılamaya başladı.
Motorun bağırtısını, rüzgarın uğultusunu ve çok arkalardan gelen Polis sirenlerinin inişli çıkışlı seslerini duymaya başladı.
“Beni doktora yetiştirmelisin.” Hoogan sancıyla kıvranıyordu. Ellerini karnındaki kurşun yarasına bastırmış, inliyordu. “Durmak zorundasın be adam, kanlar parmaklarımın arasından fışkırıyor, kan kaybından gideceğim!”
Alkine/Kalvin ona aldırmadı. Eğer Hoogan tutuklanmak, ameliyat edilmek ve mahkemeden sonra idam edilmek üzere iyileştirilmek istiyorsa, bu onun bileceği şeydi.


Ani bir dönüş yaparak viraja girerken Hoogan’ın iniltilerine, tekerleklerin keskin gıcırtısı karıştı.
Kavin’in, direksiyonu sımsıkı kavrayan parmaklarının kemikli kısımları bembeyaz görünüyordu. Ama bu gerginlik yalnızca kovalanıyor olmanın verdiği gerginlik değildi, kızgındı – hayata ve kadere kızgındı.
O, Kavin, bir katil değildi, öldürmekten nefret ederdi ama bu duruma sürüklenmiş, mecbur edilmişti. Kim tahmin edebilirdi ki, o gerizekalı gözlüklü banka görevlisi birden bire silah çekip, hatta çekmekle kalmayıp aynı anda hedefi vuracak şekilde ateş etsin?
Hoogan elleri karnında, iki büklüm yere yıkıldığında, Kavin kendi canını savunmak için silahını kullanmak durumunda kalmıştı. Bu haksızlıktı, kader öldürmeye zorlamıştı.
Ve şimdi Hoogan arka koltukta yatmış ölüyordu, polis onları yakalamak üzereydi ve net kazançları bir kurşundan ibaretti.
Araba birden kayıp savrulmaya başladı, yalpalıyordu. Kavin çaresizce aracın kontrolünü yeniden ele geçirmeye çalıştı.
Sağ arka tekerlek!… Ateş edildiğini duymamıştı ama anlaşılan şans eseri hedefi tutturmuşlardı. Aceleyle etrafına bakındı. Yalpalayan arabayı ustalıkla bir yan sokağa yönlendirip, sokak girişini bloke etmeye karar verdi. Şansına tüm şehri, cebinin içi kadar iyi biliyordu. Elli metre ileride, depoların orada kıvrımlı dar bir geçiş vardı. Oraya ulaşabilirse, Sakson Caddesine girip kalabalığın içinde kaybolabilirdi.
Elini kapıkoluna koydu ve aracın sokak girişindeki binanın köşesine çarpmasıyla birlikte kapıyı açıp fırladı. Hemen koşmaya başladı ama daha yirmi adım uzaklaşmadan polis arabalarının fren seslerini duydu.
Bağırmalar, ayak sesleri ve ateşlenen bir silah. Başının hemen yanındaki duvara çarpan mermiden tuğla ve sıva parçaları döküldü.
Zigzaglar çizmeye başladı. Başaracaktı, başarmak zorundaydı.
“Çekil oradan,çekil!” diye bağırdı boğuk bir sesle.
Küçük bir kız çocuğu elinde oyuncak bebeğiyle, geçişin tam ortasında duruyordu.
“Kenara çekil!” Silahını kaldırdı ama tetiğe basmaya içi el vermiyordu. Onu hunharca kenara da itemezdi. Yavaşladı ve üzerinden atlamak istedi ama sıçramak için kasları kasılırken, birşey sertçe sırtına vurdu.
Yalpaladı, kenara devrildi ve omzuyla duvara çarptı. Bir şekilde geriye döndü, …onlara göstermeliyim, birini daha yanımda götüreceğim. Göğsünde sert bir darbe hissetti ve dünya o anda durdu.
“Çok eskiden, en cani suçlularda bile bir nebze merhamet vardı, ama yüzyıllar sonra…”

Adı Deneman idi ve gevşek adımlarla rahat tavırlarla yürüyordu. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı, sanki güzel bir gün olduğunu düşünüyormüş gibi. Uzun boylu, yakışıklı ve biraz dikkat çekici olsa da, pahalı giyimliydi. Bakımlı, manikürlüydü ve aldığı hipno-kurslar sayesinde iyi eğitimliydi.
Beyninde izleyici olarak bulunan Alkine, adamdaki duygu yoksunluğundan dehşete düştü. Merhamet, acıma, dostluk ya da sevgi, onu ilgilendirmeyen soyut kavramlardı. Bunların fiziksel zevklerine hiçbir katkısı yoktu ve herhangi bir finansal avantaj da sağlamıyorlardı. Bunlar, başka hiçbir şeye sahip olmayan tarafsızların hoşlandıkları tuhaflıklardı.
Deneman’ın yerine getirmesi gereken bir görevi vardı, rutin bir görev ve neredeyse hedefine varmıştı.
Sonunda doğru kapıya ulaştığında zili çaldı ve bekledi.
Bir adam açtı kapıyı.
“Evet?”
“Bay Cole?”
“Evet, bay Cole benim.”
“Aha.” Deneman vurdu onu, sonra cesetin üzerinden atlayarak evin içine girdi.
Geri çıktığında, otomatik silahını dört kez ateşlemişti. Bütün bir aile ortadan kalkmıştı. Hiçbir şey hissetmiyordu, dramatik sahneler olmamıştı ve nedenler onun hiç umurunda değildi. Patron; “Cole’lara gidip, işlerini bitirin.” Demişti. E, o da bitirmişti, bu kadar basitti. Belki çok şey görmüşlerdi, belki de fazla şey biliyorlardı ya da haraçlarını ödememişlerdi ama bunlar onu ilgilendirmiyordu. Görevini yerine getirmişti ve sebebini de bilmek istemiyordu. Kimi ilgilendirirdi ki zaten, kişi başına bin alınca.
“Sizin de farkettiğiniz gibi, burada merhamet adına yumuşatıcı hiçbir şey kalmamış. Bu varlık kendini insan olarak nitelendirebilecek en küçük şeye dahi sahip değil.”

O, yaşlı, kırılgan, yumuşakbaşlı ve tevekkül içindeydi. Kırılmaz camdan oluşan pencereden dışarı bakıyor ve ömrü boyunca bir şey göremeyeceğini biliyordu.
Bir zamanlar lüks içinde yaşamıştı. Yapay madde üreticisi tarafsız, Oswald Kanttenings’in kızıydı. Babası öldüğünde büyük bir serveti miras alır almaz, kurtlar etrafında dolanmakta gecikmediler. Baş kurt son derece yakışıklı, nazik ve görünüşe göre en az onun kadar zengindi.
Hiç kimse ona anlatmamıştı tabi, organizasyon tarafından kurban seçildiğini. Söz konusu olan organizasyonun dolandırıcılık bölümünün planlı bir girişimiydi.
Böylece ona kur yapan nazik adamla evlendi ve organizasyon tamamen yasal yollardan tüm serveti olan yirmiyedi buçuk milyonu elinden aldı. Ne olduğunu anlamadığı bir sürü evrak imzalamıştı. Bu arada da organizasyon tarafından seçilen uygun bir kadın, estetik operasyonlarla tamamen kendisine benzetilerek yerine geçirildi. Bu dublör, şehirde oradan oraya gezip, özellikle tele-kameraların ve magazin gazetecilerinin girip çıktığı yerlerde sarhoş oluncaya kadar içiyor ve egzantrik davranışlarda bulunuyordu.
Uzun sürmeden, sözde milyonluk varis, tüm federasyonda kötü bir üne kavuşmuştu. O andan itibaren satın alınmış uzmanlar ve avukatlar yardımıyla “fiili ehliyeti yoktur, tedavisi gerekli” ilan edilip, akıl hastanesine kapatılması zor olmadı.
Magda Kanttening –evlilik soyadını bırakmıştı- iki hastane bloku arasında bulunan dar avluya gözlerini dikmiş bakıyordu. Avlu, dört adım genişliğindeydi ve tam karşısında yükselen çıplak duvardan başka bir şey yoktu. Magda, gökyüzünü görmeye çalışmaktan vazgeçeli çok olmuştu ama yine de sürekli pencereden dışarı bakardı. Bazen yağmur yağardı ve değişen ışıktan havanın güneşli mi yoksa bulutlu mu, olduğunu anlardı ama hepsi bu kadardı.
Karşısındaki duvarda hafif yeşile çalan koyu renk lekeler vardı, ve yıllar önce bu hafif yeşilin hiç değilse yosuna dönüşmesini ümit edip durmuştu ama öyle bir şey asla olmadı.
Avlunun zemininde ince çatlaklar vardı, belki orada günün birinde bir yabani ot belirir, diye çok bekledi ama o da nafile.
Aklını ve uyanık zihnini sürekli beyin egzersizleri yaparak korumuştu.Yalnızca bir hafta yetmişti anlaması için eğer bir şey yapmazsa bir süre sonra bitki gibi beyinsiz bir hale geleceğini.
Belki tüm çabalarına rağmen yine o hale gelebilirdi. Kendisine yemeğini getiren ve hücresini temizleyen robottan başka kimseyi görmüyordu ve son zamanlarda sürekli sıradışı rüyalar görür olmuştu.
Geçen gece gördüğü rüya en tuhafıydı, ama daha fazla düşünmedi hakkında. Saatlerce süren zihin egzersizlerine başladı. Kafasında toplama çıkarma işlemleri yapıyor, bilgilerini tekrar ediyor ve geçmişten anıları gözden geçiriyordu. Bu şekilde aklını az çok normal ve çalışır vaziyette tutabiliyordu.
Egzersizleri bittiği zaman yerinden kalktı ve pencereye yaklaştı. Dışarı baktığında büyük bir şaşkınlık ve sevinçle avlunun zeminindeki çatlakdan minik yeşil bir sürgünün çıkmış olduğunu gördü.
Tüm bitkileri seviyordu ve otuz yıldan sonra bu gördüğü ilk yeşildi. Keşke dışarı çıkabilseydi, ona dokunabilseydi.
Sonra ilginç bir şey oldu. Küçük bir serçe uçarak pencerenin önündeki trabzanın üzerine kondu ve ışıl ışıl gözlerinin içine bakmaya başladı.
Şaşkınlıkla birinci sürgünün yanında ikinci bir sürgünün daha çatlaktan fışkırdığını gördü, sonra üç tane daha, sonra çatlak büyüdü ve iyice parçalandı.
Yaşlı kadın çabuk öğreniyordu ve birçoğundan önce kavradı bir şeyler olduğunu. O bir sihirbaz değildi, tabiatı yönlendirmiyordu ama onunla iletişim içine girmişti. İnsan oğlu artık dünyasıyla uyum içinde çalışacak kadar olgunlaşmış ve bunu suistimal etmeyecek kadar da akıllanmıştı.
İki gün sonra pencere çerçevesiyle yerinden gevşeyip düştü ve yaşlı kadın özgürlüğe ilk adımını attı.
Avluya ulaştığında, dört bakıcı-robot ona engel olmak için yanına gelirken birden durdular. Sonra arkasında sıraya geçerek, saygıyla peşinden ana kapıyı geçtiler. Yaşlı kadın, yapay zekanın da yeni düzene aynı şekilde cevap verdiğinin farkına varan ilk kişiydi.

“Her yer değişime uğruyordu ve insanın doğası, iç yapısı, dışarı yansıyordu. Bu yeni bir şey değildi, her zaman böyleydi. Bir mimarinin çirkinliğinde ya da güzelliğinde, doğanın berbat edilmesinde ya da güzelleştirilmesinde görülebiliyordu. Viran olmuş, farelerle dolu bir kiralık evde ya da büyük bir katedralin nefes kesen hatlarında, aynı şekilde insanın iç doğası yansıyabiliyordu. Ama kiralık ev ve katedral insan eliyle yapılırken, şimdi bazı şeyler, maddesel şeyler insan eli değmeden ortaya çıkıyordu.
İnsan oğlu ayrıca, birçok bakımdan bunun aslında her zaman böyle olmuş olduğunu kavradı. Büyük depremler, fırtınalar vsr. gibi bir zamanların büyük haksızlıklarının, birden bire insanlığın kendi eseri olduğu anlaşılmıştı. Büyük deprem, ikibin mil mesafedeki savaş hırsının yansımasıydı. İnsanlığın iç yapısı kendini bu şekilde ifade ediyordu.
Sonra bölünme başladı ya da metamorfoz, ve kelebek kozasından çıktı. Yeni, olgun insan, üstün insan çıkmıştı ortaya.
Birçok nesiller boyunca insan ırkı bölünmeye başladı, ve her iki taraf kendi seçimini yaptı.
Hiç kimse belli bir kadına ya da belli bir erkeğe; “Sen bir suçlu, sen de iyi bir insan olacaksın,” demedi. Bu kadın ve erkekler kendi seçimlerini yaptılar. Ancak her nesille aradaki gedik/fark daha da büyüdü, dejenerasyon ya da artan olgunlaşma, git gide tamamına eriyordu.
Ancak bizim dejenerasyon diye nitelendirdiğimiz olgunun da bir amacı, işlevi vardı ama ona geleceğim. Unutmayın, düzene göre kelebek, yumurtalarını içinden çıkacak larvalarının yiyecek bulabileceği bir yere bırakır.
İnsanlık, kaderini gerçekleştirebilecek noktaya yükselmişti ve bunun için gerekli doğal gıda da hazırdı. Şimdi Deneman’a dönelim, şu katile…”

Deneman artık insan değildi. Diğerleriyle birlikte, yeni bulunan gezegenlerden birine gelmiş ve iyi bir yer olduğunu düşünüyordu. Diğerleriyle birlikte o da dejenerasyon prosedürüne tabi olmuştu ve onlarla birlikte oturmuş, iştahla ormanı seyrediyordu.
Eskiden yakışıklı bir adamdı, ancak sürekli maruz kaldığı ışınlar dış görünümünde şimdiden değişiklikler meydana getirmişti. Cildindeki sağlıklı bronzluk, gri renkte pul pul kaba pigmentasyonlara dönüşmüştü. Denge duygusunu kaybetmiş, dik duramıyordu. En fazla dizlerinin üstünde biraz doğrulabiliyordu.
Artık düşünemiyordu, hatıralar ve bağlantı noktaları kalmamıştı. Bir bataklıkta oturuyor ve vücuduna sürünen canlıları yakalayıp yutuyordu.
Arada bir trompet sesine benzer tuhaf bir ses çıkarıyordu. Bunu neden yaptığını bilmiyordu, yalnızca hoşuna gittiğini hissediyordu, ve bu yüzden de yapıyordu.
Sonra belli belirsiz uzaklarda, kendi çıkardığı sese benzer bir sesin cevap verdiğini duydu. Şimdi biliyordu neden yaptığını. Düşünerek değil, çiftleşmeye iten bedeninin dürtüleriyle yapılan bir eylemdi bu. Doğruldu ve bataklığın içinden sesin geldiği yöne ilerledi.
Işınların genlerini artık tümüyle değiştirdiğini bilemezdi. Ondan oluşacak nesillerin belki birgün devasa canavarlar ya da milyon yıl sonra yaradılışın efendileri olabileceğini bilemezdi.
Artık bu gezegende eskiden insan olup, şimdi ağaçtan ağaca atlayanlar vardı, bir zamanlar insan olup, şimdi sürüler halinde avlananlar ya da kayalıklarda zıplayanlar vardı.
Nesiller sonra ağaçların arasında yırtıcı hayvanlar dolaşıyor, daldan dala maymunlar atlıyor olacaktı. Belki bir on milyon yıl sonra maymunsu bir tür bir mağaraya sığınacak ve ilk kez eline bir sopa alıp, ilkel bir alet yapacaktı.
Köylerin, şehirlerin, savaşların ve gerçek bir teknolojinin doğacağı bir zaman gelecekti. Ve bundan yalnızca birkaç bin yıl sonra yeniden bir metamorfoz başlayacaktı.

Alkine, karmaşık duygular ve huzursuzluk içinde tekrar kendine döndü. Bu huzursuzluk, o insanların beyinlerindeyken yaşadıklarından çok, bunların bilincinde çağrıştırdıkları bazı nahoş paralelliklerden kaynaklanıyordu.
Gurthların hiçbir zaman hakim bir suç problemi olmamıştı ama Githrular denen, son derece geniş imtiyazlara sahip, güçlü bir cunta vardı.
Son zamanlarda Githrular parmaklarını halkın hayatına uzatır olmuşlardı. Vergiler üç katına çıkarılmış, kişisel özgürlük diye bir şey kalmamış, gizli polis teşkilatı on misli genişletilmişti.
Githruların, kendi içlerinde korkunç aşırılıklarda bulunduklarına dair söylentiler vardı. Toplu katliamlar, sadistçe işkenceler ve hak hukukun hiçe sayılmasına dair söylentiler.
Bakışlarını Maynard’dan kaçırdı.
“Kendi değişimimizin daha nesiller boyu uzakta olduğundan emin misiniz?”
“Neden sordunuz?”
“Bir çok nahoş paralellik mevcut.” Maynard’a Githrular’dan bahsetti. Devam etti, “Yaşanabilir gezegenlerin keşfedildiğine dair haberler var. Sizin bahsettikleriniz gibi ilkel ama yaşanabilir. Yine de bizler, yani silahlı kuvvetler, sizin federasyonunuzu fethetmek için gönderildik. Üstelik bizlerin, yani tüm silahlı kuvvetlerin bu işe gönüllü katılmış olmasının, anlamlı olduğunu düşünüyorum. Benim daha çok dikkatimi çeken ise, Githru-Partisi’nden hiç kimsenin, hiçbir ajanın bizimle gelmemiş olması. Ayrıca eşlerimiz ve çocuklarımız da arkamızdan gelmekteler, yola çıktıklarına dair haber aldık. Bana öyle geliyor ki, Githrular, sizin tarafsızların karşılığı olan bizlerden bir an evvel kurtulmak istiyor. Yeni keşfedilen gezegenlerin keyfini tek başlarına çıkarmak istiyorlar.” Bir an sustu. “Soruma cevap vermediniz –emin misiniz kendi değişimimize daha çok zaman olduğuna?”
“Sizin şahsınız için artık uzak olduğunu düşünmüyorum. Az önce, sizi belki nesiller boyunca engelleyecek bir düşünce kalıbını terk ettiniz.”
“Anlıyorum, peki diğerleri?”
Maynard ayağa kalktı ve bulundukları uçuş aracının yuvarlak penceresine yaklaştı.
“Birlikleriniz aklı başında bireylerden oluşuyor ve sizin emriniz altında, benim adamlarımla birlikte omuz omuza çalışıyorlar. Birlikte ırkınızın son sağ kalanlarını kurtarıyorlar. Ambulanslarımız onları, cerrahlarınızın serbestçe ve her türlü desteği alarak çalışabilecekleri hastanelerimize götürüyorlar. Bu düşüncemi bağışlayın ama onların biçoğu bu arada, karışık duygularla da olsa ‘Yerlerinde olsaydık, belki gösteremeyeceğimiz bir etik, bir adalet ve merhamet duygusuna sahip bu ırk’ diye düşünmeye başlamış olmalılar. Er ya da geç, gerçeğin yüzüne bakamaları gerekecek ve bu tür bir gerçek oldukça bulaşıcıdır.”
“Peki şimdi ne olacak? Hiçbir yere gidemeyiz ki.”
Maynard sessizce güldü.
“Kainat ölçülemez büyüklükte ve hepimiz, daha önce de söylediğim gibi, düzene tabiyiz. Önümüzdeki günlerde içinizden biri ilginç bir rüya görürse hiç şaşırmam doğrusu – bunun için gereken yetenek içinizde gelişecektir. Tıpkı bir kelebek gibi yeni boyutlara ulaşacaksınız. Nereye gitmeniz gerektiğini bileceksiniz, yeni bir dünya sizi bekliyor olacak.”
Alkine düşünceli bir tavırla: “Kendi kültürümüzde bir zamanlar, iyilerin kötülerden ayrılacağına dair bir inanışa sahiptik. Kötüler karanlık bir yere, iyiler ise…” Cümlesini bitirmedi. “Düşünmek için yeterince malzeme.”
“Evet” dedi Maynard hafif bir tebessümle. “Tabi ki, belki de ırksal hafıza diye bir şey vardır, ya da belki de…”

SON

Çevirmenin Notu:

Bu eseri başından sonuna kadar okumuş olan sevgili Yüzükdostlarım ve aynı zamanda artık Kelebek Adayları demek istiyorum sizlere, Kelebekler Gezegenin’ni ilk kez onaltı yaşlarındayken okumuş ve çok etkilenmiştim; hikayesinden, aksiyonundan ve en önemlisi de felsefesinden. Buraya çok şey yazmak geliyor içimden ama sizlerin duygu ve düşüncelerini daha çok merak ediyorum. Bu arada Kelebekler Gezegeni’ni P.J.’in filme çekmesini neden çok istediğim de anlaşılmış olsa gerek. Görüşmek üzere :)


Sevgili Bruinen, giriş yapmadan yollamış çevirisini. Dolayısıyla Anonim kullanıcı yollamış gibi görünüyor. Bu bölümün çevirisi de, kendisine aittir.



Bu yazının bulunduğu yer: Yuzuklerin Efendisi / Turkiye LOTR / Turkey
http://www.yuzuklerinefendisi.com

Bu yazıyı bulabileceğiniz URL adresi:
http://www.yuzuklerinefendisi.com/article.php?sid=2002