Mucizeler Savaşı
Tarih: Ocak 08, 2010 - 15:44:59
Konu: Editörün Seçimi / Özel Yazılar



Ve oradaydılar işte. Valar dışında, Arda’nın tüm uluları. Öçlerini almaya gelmişlerdi, boğuldukları keder ve hüzünlerin hesabını sormaya. Öfkeleri birlikteliğin verdiği coşkuyla da karışıp zapt edilemez bir hal almıştı. Hepsi Eldar’ın bildiği tüm kahramanlık öyküleri ve şarkılarında adları geçen Elf ve Maialardı.

Ve o da oradaydı. Arda’nın gördüğü En Kudretli, güç ve kötülükte neredeyse kendisine denk diğer yüksek komutan ve hizmetkarları ile. Dünyanın karanlık çağları boyunca kazılmış Angband’ın en derin çukurlarında, yaklaşmakta olan güçleri hissederek.



Ve geldiler. Thangorodrim’in eteklerine ve Angband’ın kapılarına. Maia Melian’ın, Orta Dünya’nın gördüğü en görkemli Maia’nın kızı hiç vakit kaybetmeden öne çıkarak bir kudret şarkısı söylemeye başladı, Thangorodrim hakkında. Iluvatar’ın Çocukları’nın en güzeli ve en kudretlilerinden biri, annesi yüce bir Maia, babası ilk doğan Elflerden biri olan Tinivuel Luthien’in şarkısı inanılmaz derecede güçlüydü.

Derinlere kazılmış kale
Göğe yükselmiş dağ
Üç zirveli Thangorodrim
Kapına dayandı yıkım
Ben, Tinivuel Luthien, geldim

Zirveler hareketlendi, yerinden oynadı, gümbürdedi ama Luthien’in haşmeti onları yıkmaya yetmedi. Ta ki annesi Melian ona katılana kadar! Luthien şarkısına billur sesiyle devam ederken o da kızına katıldı.

Bir gece göklerdeydi Varda
Çözüldü taş, düştü kaya
Kementari Yavana, Demirci Aule adına
Üç zirveli Thangorodrim,
Telsim ol Melian’a

Thangorodrim en derin kökünden en yüksek zirvesine kadar hissetti Maia ile kızının kudretini. Şöyle baştan ayağa bir titredi, kayalar yerlerinden oynadı, toprak dalgalanıp kaynadı; Thangorodrim’in bir zirvesi o sesi duyan ne bir Eldar ne de bir Maia’nın kulaklarından hiç silinmeyen bir çatırtı ve gümbürtüyle çökmeye başladı. Zirvenin yıkılışı akıl almaz derecede korkunçtu, ama sanki aşağıdakiler görünmez bir kuşakla sarılıymış gibi yuvarlanan kayalar, taşlar, çamur selleri onları ıskalıyor ve dağılarak başka yönlere gidiyordu. Luthien kudretlidir, annesi Melian ondan da kudretli, ama bu zirveler Arda’nın hesap edilemeyecek kadar uzun çağları boyunca bizzat Melkor tarafından yükseltilmişti ve onları, hele de Melkor köklerindeki kara tahtında tüm garazıyla otururken, külliyen yıkmak için kudretleri ne kadar büyük olursa olsun bir Elf ve bir Maia’dan fazlası gerekiyordu.

Melkor Angband’ın derinlerinde, dağın kendi kara kayasından oyulma tahtında sessizce oturuyordu. Bir yandan korkusu, bir yandan da karşı durulmaz öfkesi içini yiyip bitiriyordu. Gücü ne kadar büyük olursa olsun Melkor arkasında ordusu olmadan, teke tek yapması gereken dövüşlerden hep korkmuştu. O hep en son çıkmalıydı, düşmanlarının savunması kırıldıktan sonra. Sauron da bu konuda hep efendisinin yolundan gitmişti. Zaten o da efendisinden daha az korkuyor değildi ama onu çok da iyi tanıyordu. Efendisinin öfkesinin, kudretinin ve özellikle de kibrinin Thangorodrim’in yıkıntıları altında kalmayacağını bilecek kadar iyi tanıyordu onu.

Melkor da harekete geçme vaktinin geldiğini düşündüğü anda yerinden bile kalkmadan, bakışlarını başka yöne bile çevirmeden, sadece iradesiyle Thangorodrim’in etrafına kara bulutlar topladı. Havanın içerisinde Melkor’un neredeyse hiç gücü olmadığı doğruydu ama onun düşüncesindekiler karanlığın ruhları, bir zamanlar nerdeyse sonunu getirecek kadar tehlikeli bir işe onunla beraber girişen Ungoliant’ın kötülük tohumları, çocukları ve torunlarıydı. Onlarla beraber fırtınaları kışkırtan, Arda’nın içlerinde yollara ve ormanlara sisler yayan, çok uzun süre önce Mandos’un Salonları’ndan kaçarak Orta Dünya’ya yerleşmiş gizemin ve dehşetin yaratıkları da geldi. Hepsi birden korkunç fırtınaları, yıkıcı yıldırımları ve karşı konulmaz rüzgarları dağın yamaçlarına topladılar. Melkor en karanlık düşüncelerinde dehşet verici bir kahkaha attı, öyle ki, Sauron dışındaki tüm maiyeti karanlık köşelere saklandı.

Dışarda o yüce topluluğun üzerine büyük bir gölge çullanmıştı, herşeyi savurup uçuran bir rüzgar patlak vermiş, kayaları parçalayıp yuvarlayan yıldırımlar düşmeye başlamıştı.

Eldar’ın en kudretlileri hariç hepsi saklanacak güvenli bir yer arayarak etrafa dağıldı, Maiar ise bir adım bile geriye çekilmedi.

Ama Melkor’un ve topladığı dehşet ruhlarının gücü öyle hafife alınamazdı, fırtına sanki korkudan, çaresizlikten besleniyormuşçasına gittikçe güçleniyordu. Tüm bunlar olurken ordunun içinden biri öne çıktı; uzun boylu, ince ama kökleri derinlere inen bir ağaç gibi dimdik duran, uzun saç ve sakalıyla pelerini rüzgarda yırtılacakmış gibi savrulan bir Istari, o kızılca kıyametin ortasında Ortanch Kulesi gibi tüm görkemiyle sarsılmadan duran bir Istari. Önce sol elini kaldırdı, sonra da uzun bir asa tutan sağ elini ve emreden bir sesle şu sözleri söyledi:

Buradayım ben de, işte Ak Saruman
Rüzgar, fırtına, şimşek, kara bulut
Duy sözümün hükmünü, çekil yolumdan
Dağılsın dehşet, gelsin güneş En Uzak Doğu’dan

Saruman’ın sesi o kadar net ve güçlüydü ki Melkor ve Sauron bile onu işitip ilk defa tam anlamıyla tedirgin oldular. Çünkü Saruman çok büyük bir güce sahip, karanlık ilimlerin irfanına da vakıf olmuş bir Arif’ti, yani bu onlar için hem önemli bir tehdit hem de büyük bir kayıptı. Saruman sözlerini bitirip asasıyla göğe doğru kocaman bir halka çizdi, önce hiçbir şey olmamış gibi görünse de etraftakiler kısa süre sonra asanın halkayı çizdiği yerde bir parıltı olduğunu fark etti. Işık o kadar büyüyüp güçlendi ki sanki Güneş’in kendisi Saruman’ın emriyle oraya gelmiş gibiydi
, derken ışık ani bir patlamayla her yöne yayıldı ve o da ne, tüm o korkunç ruhlar, bulutlar, rüzgarlar sanki hiç gelmemişler gibi ortadan kayboldular.

Dışarıdakiler bundan epey etkilenmişti ama Melkor hala sinsice gülmekteydi, bu denli küçük bir hileyi savuşturmak için bu kadar çaba ve zaman harcamaları ne de acınası bir durumdu!

O bunları düşünürken Luthien ve Melian şarkılarına yeniden başladı, fakat bu kez Sauron da işin içindeydi. Onların şarkısına karşılık o da sanki dağın kendisinden gelen, derin ve yeri göğü titreten bir sesle kendi Kara Lisanı’nda düşmanını zorlayan bir şarkı söyledi.

Diren kök, zirve dayan
İnmedi Melkor tahtından
Çözülsün büyü, bozulsun huzur
Emrediyor Sauron Gurthaur!

Luthien ve Melian’ın büyüsü ile Sauron’unkinin karşılaştığı an o kadar muazzam bir güç ortaya çıktı ki, eğer Luthien şarkısını yarıda kesip sakinliğe, kuduran denizin durulmasına, yıkımın önlenmesine, kötülüğün iyiliğe çevrilmesine dair düşünceleri tüm iradesiyle aklından geçirmeseydi, bu iki tarafın da sonu olabilirdi.

Ama bu Luthien’i fazlasıyla zorlayan büyüklükte bir güçtü ve o da neredeyse tüm gücünü buna odaklamak zorunda kaldı. Yine de onu iradesi altına alabildi. Oradaki herkes Luthien’in ne denli kudretli, bir sürü mucizeye vakıf bir Elf olduğunu bilse de, olanlar Melian’ı bile şaşırtmıştı. Çünkü Luthien o gücü tek bir söz bile söylemeden, sadece iradesiyle kontrolü altına almış ve ortaya gücün kendisinden beslenen hafif ama bir o kadar da uzun soluklu bir bahar meltemi çıkmıştı. Rüzgar öylesine büyük bir nüfuza ulaştı ki Angband’ın çukurlarında bile yolunu bulup sonunda Melkor’a ulaştı. Melkor ve maiyeti sonradan bu rüzgarı her hatırladıklarında kendilerinden iğreneceklerdi. Angband’ın eteklerinde ise görenleri hayrete düşüren şeyler olmaktaydı. Bahar rüzgarı o kutlu topluluğa doğru eserken bir yandan da, sadece onların bulunduğu bölgede de olsa, rengarenk çiçekler, yemyeşil çimenler bitiveriyordu. Rüzgar Luthien’in olduğu yerde yoğunlaştı ve birden onun biraz ötesinde bir ağaç büyümeye başladı. Topraktan göğe doğru değil, aksine, sanki dünya tersine dönmüş gibi, gökyüzünden toprağa doğru büyümüştü bu ağaç. Orta Dünya’da görülen en güzel, en ulu ama bu nedenle midir bilinmez, biraz da tehditkar bir mallorn ağacıydı bu.

Görenleri asıl hayrete düşüren de bu ağaç olmuştu. Çünkü Melkor Orta Dünya’nın bu bölgesine ayak bastığından beri Angband’ın gölgesinin düştüğü hiçbir yerde ağaç şöyle dursun, ne bir çiçek ne de bir ot yeşermişti. Mallorn ağacı sanki onun kendisine gelmesini istiyormuş gibi, Luthien’in ayaklarının dibinden başlayarak ağacın köklerine kadar uzanan iki yanı çiçeklerle sınırlanmış bir yol oluştu. Ama Luthien o kadar kısa bir yolu bile kendi başına yürüyemeyecek kadar bitap düşmüştü. Birden kalabalığın içinden başından beri Elrond, Galadriel ve Celeborn’un yanlarında duran, herkes kim olduğunu bilse de kukuletasını başından hiç çıkarmamış biri zarif ve uzun adımlarla, çiçeklerin bir tanesini bile ezmeden ona doğru geldi. Zarifçe kolunu ona doladı ve kukuletasını başından çıkardı. Bunu görenler daha ne kadar hayrete düşebileceklerini merak ederek Arda’nın en şahane manzarasına tanık oldular.

Birbirinin aynısı iki şahane suret yan yana gelmişti ve Telperion ile Laurelin’i görme onuruna erişmiş olanlar kısacık bir anlığına da olsa kendilerini yine o mutlu çağlardaymış gibi hissettiler.

Arwen Luthien’i hiç zorlamadan, sanki çimenlerin üzerinde süzülüyormuşçasına yürüyerek ağaca doğru götürdü, onu ağacın kökleri arasındaki bir açıklığa yavaşça oturttu. Hiçbir şey söylemeden, uzunca bir sürse öylece beklediler. Birbirleriyle düşüncelerinde konuşuyorlardı; mutlu günleri, zafer zamanlarını, zarif halklarının gördüğü büyük olayları birbirlerine hatırlatıyorlardı. Luthien Arwen’in görmediği çağlarda ne kadar büyük işler başarıldığını, Arwen de onun Orta Dünya’da şarkılar söyleyip dans etmediği çağlarda verilen, öncekilerden hiç de önemsiz olmayan uğraşları anlattı. Sanki ağaç da arada bir onlara eşlik ediyor, bir şeyler fısıldayıp yapraklarını titretiyor gibiydi. Ve konuşmanın yönü birden kedere, acıya, unutulmaz kayıplara, kıyımlara ve son olarak da uğrunda nice fedakarlık yaptıkları aşklarına doğru kaydı. İkisi de aynı kaderin farklı ilmekleriyle örülmüş bir yaşama mahkum edilmişlerdi.

Onlar bunları düşünürken üzerlerine küçük gölgeler düştüğünü fark ettiler. Başlarını yukarı kaldırdıklarında ağacın yapraklarının onlara bakan yüzlerinin gümüş rengi olan diğer taraftan farklı olarak, siyaha çalar bir kızıllıkta olduğunu gördüler.






Bu yazının bulunduğu yer: Yuzuklerin Efendisi / Turkiye LOTR / Turkey
http://www.yuzuklerinefendisi.com

Bu yazıyı bulabileceğiniz URL adresi:
http://www.yuzuklerinefendisi.com/article.php?sid=2117